Risale Portal
RİSALE-İ NUR’DA ŞÛRA / MEŞVERET / İSTİŞARE
🕒 02.02.2025 13:13
👁️ 47 görüntülenme
❤️ 1 beğeni

İçindekiler
A.Risale-i Nur’da Yer Alan Kavramlar
B.Ayetlerde Şûra
C.Vasıfları
D.Ehemmiyeti
E.Tavsiyeler
F.Örnekler
A. Risale-i Nur’da Yer Alan Kavramlar
“ وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ (Onların işleri aralarında şûra iledir. Şûra, 42/38) âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.”[1]
***
“اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَلِيفَةً (Şüphesiz ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. Bakara, 2/30): Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi.”[2]
***
“قَالَ - قَالُوا tabirleri, mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslûbunu insanlara öğretmek içindir. Yoksa Cenab-ı Hak müşavereden münezzehtir.”[3]
***
“لِلْمَلٰئِكَةِ : Cenab-ı Hakk'ın müşavere şeklinde melaike ile yaptığı muhavere, melaikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir.”[4]
***
“Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki:…Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar. Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!" manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşerî aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.”[5]
***
“Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşerî aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor.”[6]
C. Vasıfları
“Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki:
a) Makasıd ve mesalik,
b) bürhan-ı katı' üzerine teessüs
c) ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabit ile hakaiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.”[7]
***
“Meşveret-i şer'iyeden aldığım ders budur:
Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:
Hürriyet-i şer'iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet'tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal'ası hükmünde Arab ve Türk hakikî iki kardeş, o kal'a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.[8]”
***
“…mabeyninizde samimî tesanüd ve meşveret-i şer'iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı manevînin fikrini, o meşveretle bildirir.”[9]
D. Ehemmiyeti
“Şöyle ki: Acaib-i seb’a-i meşhure gibi bu inkılab-ı azim, hürriyeti tevlid ve meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verdiğinden, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir.”[10]
***
“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer'iyedir…”
***
“Evet nasılki nev'-i beşerdeki "telahuk-u efkâr" ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.”
*Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl ferdler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdadların kayıdlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır...
Eğer denilse: Neden şûraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyet'in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?
Elcevab: …haklı şûra ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüzonbir olduğu gibi, ihlas ve tesanüd-ü hakikî ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şûra-yı şer'î ile yaşıyabilir. O düşmanları durdurur, o hacetlerin teminine yol açar.”[11]
E. Tavsiyeler
“Sakın, dikkat ediniz! İhtilaf-ı meşrebinizden ve zaîf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip, birbirinizi tenkid ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer'iye ile re'ylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlas Risalesi'nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa az bir ihtilaf, bu vakitte Risale-i Nur'a büyük bir zarar verebilir."[12]
***
“…Medar-ı niza' bir mes'ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.”[13]
***
“…tevafuklu Hizb-ün Nuriye, Hizb-ül Kur'an gibi tab'etmesine çalışmak lâzımdır … teenni ile, meşveret ile, ihtiyat ile bu kudsî mes'eleye çalışmak lâzımdır.”[14]
***
“…yedi sene harb-i umumîye bakmayan ve yirmibeş sene gazeteleri okumayan, dinlemeyen bu kardeşinizin fikri, bu mes'elede sorulmaz. Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur'un has şakirdleri ve müdakkik naşirleri meşveretle, hususan Ispartadakiler ile, maslahat ne ise yaparsınız…”[15]
***
“…İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.”[16]
***
“Her ne ise.. siz meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telaşsız, velveleye vermemek lâzım. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir. Bu sırra binaen ve istinaden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, herbiri bir fende mütehassıs muhakkikîn-ı ülemadan müntehab bir meclis-i meb'usan-ı ilmiye teşkili ile meşveret ile bir tefsiri te'lif etmekle, sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemalâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem' etmelidirler. Evet meşrutiyettir, herşeyde meşveret hükümfermadır. Efkâr-ı umumiye dahi didebandır. İcma-i ümmetin hücciyeti, buna hüccettir.”[17]
***
“Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu'cize-i Peygamberî (A.S.M.) ile;
a) şimendifer-i kanun-u şer'iye-i esasiyeye amelen
b) ve burak-ı meşveret-i şer'iyeye fikren bineceğiz.[18]
F. Örnekler
“Bir mahrem risale vardı ki, o mahrem risalenin neşrini men'etmiştim. "Öldükten sonra neşrolunsun" demiştim. Sonra mahkemeler alıp okudular, tedkik ettiler; sonra beraet verdiler. Mahkeme-i Temyiz, o beraeti tasdik etti. Ben de bunu dâhilde asayişi temin için ve yüzde doksan beş masuma zarar gelmemesi için neşredenlere izin verdim. "Said, meşveretle neşredebilir." dedim.”[19]
***
“[Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ikiyüz aksam-ı i'caziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur'an-ı Azîmüşşan'ı, Hâfız Osman hattıyla taayyün eden ve Âyet-i Müdayene mikyas tutulan sahifeleri ve Sure-i İhlas vâhid-i kıyasî tutulan satırları muhafaza etmekle beraber, o nakş-ı i'cazı göstermek tarzında bir Kur'an yazmağa dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur'andaki kardeşlerimin nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzac etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum…[20]
***
“Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil eyle.”[21]
***
“Hâfız Ali'nin mektubunda, Medrese-i Nuriye'nin üstadı olan Hacı Hâfız ile gayet samimane ve uhuvvetkârane görüşmeleri ve meşveretleri bizleri çok mesrur eyledi.”[22]
***
“وَ شَاوِرْهُمْ فِى اْلاَمْرِ emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım. Aziz, sıddık kardeşlerim, Şimdi bir emr-i vaki' karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün iki buçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane -mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda- yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım, bunu kabul etmemek iktiza eder. Gerçi Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de bir-iki sene maaşı kabul ettim, fakat o parayı kitablarımın tab'ına sarfederek ve ekserini meccanen millete verip, milletin malını yine millete iade ettim. Şimdi eğer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nur'a zarar gelmemek için kabul etsem, yine ileride millete iade etmek üzere saklayacağım. Zaruret-i kat'iyye derecesinde kendime yalnız az bir parça sarfedeceğim.
İşittim ki; eğer reddetsem onlar, hususan lehimde iaşem için çalışanlar gücenecekler. Ve aleyhimde olanlar diyecekler: "Bu adam başka yerden iaşe ediliyor." O bedbahtlar, iktisadın hârikulâde bereketini bilmiyorlar ve iki günde beş kuruşluk ekmek bana kâfi geldiğini görmemişler ki, bütün bütün asılsız bir evhama kapılıyorlar. Eğer kabul etsem, yetmiş senelik hayatım gücenecek; ve bu zamandan haber verip tama' ve maaş yüzünden bid'alara giren ve ihlası kaybeden âlimleri tokatlayan İmam-ı Ali Radıyallahü Anh dahi benden küsecek ihtimali var; ve Risale-i Nur'un hakikî ve safi olan ihlası beni de ihlassızlıkla ittiham etmek ciheti var. Ben, hakikaten tahayyürde kaldım. Ben işittim ki; eğer kabul etmesem, beni daha ziyade sıkacaklar ve belki Risale-i Nur'un tam serbestiyetine ilişecekler. Hattâ şimdiki tazyikleri, beni o iaşe tekliflerine mecbur etmek için imiş. Madem hal böyledir. اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesiyle, zaruret derecesinde olsa, inşâallah zarar vermez. Fakat ben reddettim; re'yinize havale ediyorum.”[23]
***
“Nazif kardeşimizin mektubu, ehemmiyetlidir. Hakikaten Amerika'da, siyasete âlet değil; belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşâallah Asâ-yı Musa'yı alan, o dindarlardandır. Keçeli Salahaddin tam bir Abdurrahman'dır, kahramanlıkta babasından geri kalmak istemiyor. Bizi de arasıra âdetimize muhalif olarak dünyaya baktırıyor. Eğer o Amerika'lı ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur'u istese ve neşrine söz verse, sizin meşveretinizle bir mükemmel takım ona vereceğiz.”[24]
***
“Şimdi beş defadır Diyanet Reisi Nur'dan bir takımı musırrane istedi. Üstad da şiddetli hastalığı içinde tashih edip -şimdilik bitmek üzeredir- Diyanet Reisi'nden onun manevî fiatı olarak üç madde istemiş: Birisi: Sizin hârika yazdığınız mu'cizeli Kur'anı fotoğrafla tab'etmek. Bu maddeyi kabul etmiş; yalnız "başındaki Türkçe tarifatı müstakil kalsa, ayrı tab'edilse münasibdir." demiş. İşte Üstadımız ona yazdığı mektubu bera-yı malûmat leffen size gönderiyoruz. Üstadımız diyor ki: "Hem bir takım Risale-i Nur'u, hem makine ile çıkan mecmuaları ona göndermek ve Hüsrev gibi bu işde en ziyade alâkadar bir kardeşimizin eliyle teslim etmek cihetini meşveretinize havale ediyor." Siz de tam bir meşveretle sizin bu mes'elede oraya gitmenizin vücudca sıhhatiniz müsaidse ve fikrinize de muvafık ise, muayyen bir vakitte acele oraya gidersiniz ve adresinizi bildirirsiniz. Biz de takımı ve mecmuaları size Ankara'ya elinize yetiştireceğiz. Hattâ siz isterseniz kendi hesabınıza, onları müftüler neşretmek niyetiyle Diyanet Reisi'ne verirsiniz. (Hizmetinde bulunan: Halil, Sadık, İbrahim)”[25]
***
“Biz, dini siyasete âlet değil, belki rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleğimiz olduğundan, düşmanlarımızca da tahakkuk etmiş ki: Üç senedir üç çuvaldan ziyade dosyalarımızı garazkârane tedkik ettikleri halde, bizi mahkûm edemiyorlar. Verdikleri keyfî ve vicdanî hükümlerine de bir bahane bulamıyorlar ki, Temyiz o hükmü bozdu. Evet biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbane dinsizliğe âlet edenlere karşı; bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat'iyye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üçyüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmağa sebeb olsun. Elhasıl: Bize işkence edenler, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız.
“Kardeşlerim; ben bunu böyle münasib gördüm, sizlerin meşveretine havale ediyorum.”[26]
***
“Kahraman Burhan’ın, Serbest Fırkası'nın reisine verdiği cevap güzeldir. Evet, Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşaallah, bir sebep çıkar o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslâhatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil; belki kendi şahısları namına girebilir. Hususan mübarek Isparta’nın şimdiye kadar Nurlar medresesi olması ve muarızların dahi ona çok ilişmemesi noktasında, dahilde tarafgirane vaziyet almamak muterizlerin nedametine ve hakikate dönmelerine bir vesile olabilir. Siz daha iyi bilirsiniz.”[27]
***
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
...İnşaallah, yine Nurlar, Nurcuların lâyık elleriyle kalemleri gibi tab’ ve neşredilecek; yabanî ve lâyık olmayanlara muhtaç olmayacak. Fakat her şeyden evvel sıhhatli ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makine ile, mümkün ise evvel eski harfle yazılsa, sonra yeni harfle daha münasibtir. Sizlerin isabetli tedbirinize havale ediyoruz.”[28]
***
“Evvelen: Bütün ruh u canımla hizmet-i Kur'aniye ve imaniyenizi tebrik ediyorum. Bu mektubda bir ince mes'eleyi meşveret suretiyle re'yinizi almak için gönderdik. Münasib midir? Değilse ıslah edersiniz.”[29]
***
“Siz dahi münasip görseniz yazılsın. İ’caz-ı Kur’an nüktelerine ait mühim parça bulsanız ilâve edebilirsiniz.”[30]
***
“Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimmedir
(Has kardeşlerim münasib görürlerse Tesettür Risalesininahirinde Üçüncü Meseleyi kaldırıp onun yerine bu yazılsın.)”[31]
***
“Eski Said'in matbu' "Lemaat" başındaki acib imzası az tağyir ile şimdiki halime ve yetmişinci sene-i ömrüme tam muvafık gelmesi cihetiyle yazdım. Münasib görseniz hem müdafaatın, hem Meyve'nin, hem küçük mektubların âhirinde imza yerinde yazarsınız.”[32]
***
“Aziz sıddık kardeşlerim, pek çok selâm ve dua ve istid’a ile size bu yarım mahrem fıkrayı gönderdik, münasibse Lahika’ya girsin.”[33]
***
“Onun için zabıta, evhamla değil; kemal-i takdirle, emniyet müdürünün bakması gibi bakmalıdır. Çünkü o Zülfikar hakkında demiş: “Çok güzel, sevdim, okuyacağım, hoşuma gitti.” Her ne ise... Siz, daha ne münasib görürseniz öyle yaparsınız.”[34]
***
“Aziz, vefadar ve sıddık kardeşim Sabri,
Benim yanımda zayi olmak ihtimali bulunan kendi müşevveş yazımla yazılan müsveddeleri size göndermek için bir vasıta bulamadığımdan... Bir keseye bazı âdi şeyler içinde emanet suretinde bir hediye ve başka bir adam tarafından gönderilmesini, siz nasıl münasib görürseniz öyle yapalım. Sen bilirsin, oralardaki kardeşlerime ne kadar alâkadarım. Eğer isimlerini yazabilse idim, kimleri yazacağımızı da bilirsin. Seni tevkil ediyorum. Yalnız müsveddeleri güzelce tebyiz et. Ve benim hattımı tam okuyabilen ve hatırımdan çıkmayan ve hayat ve sıhhatlerinden haberim olmayan fiamlı Hafız Tevfik, Husrev, Hafız Ali gibi kardeşlerim mahremce o müsveddeleri tebyiz etsinler. Bilemedikleri bir yeri beraberce baksınlar.”[35]
***
“Bugünlerde benim yanıma müteaddid ayrı ayrı zâtlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesad ve muvaffakıyetsizlik olduğundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakıyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişare istediklerini anladım.
Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: "Ne sen divane ol ve ne de onları divanelikte bırakıp divanece konuşma. Çünki yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına maruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir. Ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır." Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nisbeten yılanların ısırmasıdır.36]
BU TETİMMEYE İKİNCİ BİR İZAH
{Kardeşlerim her ikisini faydalı bulmasından, iki izahı beraber kaydetmişler; yoksa biri kâfi idi.}[37]
***
“Husrev'in lâyiha-i temyize ait mektubunu hiç ilişmeden kabul ettiğim için, sizdeki aynı suretini mahkeme-i temyize gönderebilirsiniz. Madem sizde bir sureti vardır, bu mektubu göndermeden Lâhika’ya da geçsin. Şimdi gelen mektubda Gençlik Rehber’inin fiyatını siz benden daha iyi bilirsiniz. Bir veya bir buçuk banknottan aşağı olmasın. Husrev’in kalemi Dördüncü Söze başlamasına bin barekâllah deriz. Allah muvaffak eylesin, âmin!”[38]
***
“Saniyen: Eğer münasip görseniz gönderdiğim bu elli lirayı benim hesabıma mahkemedeki mecmuaların bedeline benim için alınız, gönderiniz. Eğer münasib görmezseniz, bu defaki gönderdiğiniz mecmuaların bana mahsus olacak kısmının fiyatına alınız.”[39]
***
Kardeşim Hüsrev, Lütfü, Rüşdü!
Size üstad ve talebeler ve ders arkadaşları içinde faide verecek bir fikrimi beyan edeceğim, şöyle ki: Sizler -haddimin fevkinde- bir cihette talebemsiniz ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız ve bir cihette muîn ve müşavirlerimsiniz. Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî değil. Onu hatasız zannetmek hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla insaf odur ki: Bir seyyie, bir hata görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp i'raz etmemektir.
Hakaika dair mesailde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünuhat-ı ilhamiye nev'inden olduğundan hemen umumiyetle şübhesizdir, kat'îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telakkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünki hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.
Fakat münasebat-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünuhat-ı ilhamiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazan perişan zihnim karışır, noksan kalır, hata eder. Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar îras etmez. Zâten kalemim olmadığından ve kâtib her vakit bulunmadığından tabiratım pek mücmel ve nota hükmünde kalır, fehmi işkal eder.[40]
***
“Zülfikar’ın yerine Sözler’i tâ Yirmi Dördüncü Söze kadar, Zülfikar ve Asâ-yı Musa’da bulunmayan Sözleri bir mecmua olarak ve sıhhatine gayet dikkat etmek ve oradaki mübarek heyetin ittifakıyla ve hâkim-i adil ve Nurlara çok hizmet eden Hafız Mustafa ve hapiste iken bizi Denizli’deki şakirdlerle alâkadar eden Şevket ve Müftü Osman’ın tenbihleri şartıyla ve Medresetüz-Zehra’nın nezareti altında ve meşveretiyle bir mâni olmasa münasib olur. Nur’a ait büyük meseleler bir iki zatın tensibiyle olamıyor. Maşaallah kardeşimiz Kâzım şimdiden sekiz yüz sahifelik bir mecmuaya kağıtları hazırlıyorlar. Yakub Cemal, o Ahmed’lerin, şahsıma ait kısmı müstesna olarak mektupları güzeldir. Fakat rahatsızlığım ve ziyade meşguliyet müsaade etmiyor ki; tadil ve ıslâh edeyim, size de göndereyim.”[41]
***
“Evvelen: Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım, "Gördüğüm hakikat acaba hakikat mıdır?" diye sormuyorum. Belki "Hakikata açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?" diye soruyorum. Çünki, umumun telakkisini sizin kadar bilmiyorum.”[42]
***
İşte kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u imanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler: "Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim; acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözler'i tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem." fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki: "Acaba yazılan Sözler kâfi midir, noksanı var mı? Yani: Vazifem bitmiş midir? Tâ ki rahat-ı kalble kendimi nurlu, zevkli hakikî bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlâna Celaleddin'in dediği gibi
دَانِى سَمَاعِ چِه بُوَدْ بِى خُودْ شُدَنْ زِهَسْتِى
اَنْدَرْ فَنَاىِ مُطْلَقْ ذَوْقِ بَقَا چَشِيدَنْ
deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?" diye sizi o sualler ile tasdi' etmiştim.[43]
***
“Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında Üçüncü Maksadı sekiz-on defa okudum. Okudukça benim fazlaca hoşuma gidiyor. Anlaşılıyor ki, ondaki hakikatlere ruhlar çok muhtaçtır. Fıtraten benim ruhuma çok yakın ve münasib olan ruhunuz dahi, belki ondan hoşlanır, haber veriyorum.”
Hem de senin ile Hakkı Efendi ve bütün Sözleri tamamen dinleyenlerden sual ediyorum ki, Sözlerde ibare kusurları müstesna olmakla beraber içindeki hakikatler cerh edilebilir mi? Veyahut lüzumsuz şeyler içinde var mı? Veyahut bazılarının izharı umuma zarar verir mi? Hem onları dinleyenler imanını tamamen kurtarabilir mi? Hem o hakaikle, Avrupa ehl-i dalâletine meydan okunabilir mi? Bunları soruyorum. Çünkü siz, o hakikatleri bilerek iki defa mütalaa ettiniz. O nurlu kalbinizin şehadeti bence cerh edilmez.”[44]
***
“İşaret-i Aleviye’yi tam tasdik ettiniz mi, Haşir Risalesi’ni çok kuvvetli buldunuz mu?”[45]
“Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir. “Mirkatü’s-Sünnet” ve vahdetü’l-vücuda dair iki risaleyi nasıl buldunuz? Elbette kıymet-şinas nazarın onları takdir etmiş.”[46]
***
“Risaletü’n-Nur’un müstemileri arasında, Sultan Abdülhamid’in devrinde Kerbelâ’da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi namında 88 yaşında bir hoca vardır. Her defaki mütalâadan büyük memnuniyet göstermekte, “Çok istifade ettim Allah razı olsun.” demekte ve çok dua etmektedir. Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Mebhasını gayr-i ihtiyarî muhtelif rütbede mühim zatlara okudum. Hepsi, “Çok doğru, çok güzel.” dediler.”[47]
***
“Muhterem efendim, sevgili Üstadım,
Yirmi Dokuzuncu Mektubun bir kısmını nasıl bulduğum ferman buyuruluyor. Bu hususta ne yazabilirim, ne gibi bir fikir dermeyan edebilirim? Risalelerin her birisinin nurları bir; fakat mevzuları ayrı, güzellikleri ayrı, lâtiflikleri ayrı, zevkleri ayrıdır. Bu Risalenin nuru diğer Risaleler gibi, her tarafı parlak, her köşesi güzeldir.”[48]
***
“Muhterem efendim!
Şu yazılan risaleleri nasıl buldunuz.” buyuruyorsunuz? Yâ hazret-i Üstad! Ne diyelim! Bizim manevî yara ve hastalıklarımızı teşhis buyurup, öldürmemek için her nevi mualeceleri ile memzuc, hem mugaddi, hem müessir tiryaklarını Cenab-ı Hakkın ihsanı ile gönderiyorsunuz. İhlâs hakkında evvelce ve bilhassa sonra ihsan edilen risaleleri okudukça, vücudumun ağrıdığını ve her zerresinin titrediğini, müteaddit diyarlardan tevellüd eden kurtlar oynamaya başlayınca, en ahmak ve eblehçe hareketlerimi gösterdiler. Şu Sözler bittecrübe yazılmasıyle, umum kardeşlerimiz ikaz ediliyor. Ve her ferde kudsiyeti ile, güya o ferde hitab eder gibi, bir ulviyetle mâ-i zemzem içiriyor.”[49]
***
“SEKİZİNCİSİ: Seyranî'dir. Bu zât, Hüsrev gibi Nur'a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrar-ı Kur'aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevafukata dair Isparta'daki talebelerin fikirlerini istimzaç ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zât başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat'î bildiğim hakikattan vazgeçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektub yazdı. Eyvah dedim, bu talebemi kaybettim! Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethanede (yani hapiste) bekledi.”[50]
[1] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Altıncı Kelime-, s.60-1.
[2] İşarat-ül İ'caz, s.275.
[3] İşarat-ül İ'caz, s.278.
[4] İşarat-ül İ'caz, s.276.
[5] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Birinci Kelime- s.44.
[6] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Birinci Kelime- s.43.
[7] Muhakemat, Sekizinci Mukaddime, s.34.
[8] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Beşinci Kelime- s.58.
[9] Kastamonu Lahikası, s.205.
[10] İctima-i Dersler, -Nutuk- s.16-17.
[11] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Altıncı Kelime- s.61-63.
[12] Kastamonu Lahikası, s.137.
[13] Kastamonu Lahikası, s.138.
[14] Emirdağ Lahikası, s.61.
[15] Emirdağ Lahikası, s.78.
[16] Şualar, s.566.
[17] Muhakemat, Üçüncü Mukaddime, s.23.
[18] Divan-ı Harb-i Örfi, s.15
[19] Emirdağ Lahikası, s.476.
[20] Mektubat, s.546.
[21] Şualar, s.525.
[22] Kastamonu Lahikası, s.154.
[23] Emirdağ Lahikası, s.13.
[24] Emirdağ Lahikası, s.108.
[25] Emirdağ Lahikası, s.505.
[26] Emirdağ Lahikası, s.311.
[27] Emirdağ Lahikası, s.109.
[28] Emirdağ Lahikası, s.118.
[29] Emirdağ Lahikası, s.383.
[30] Kastamonu Lahikası, s. 154-155.
[31] Kastamonu Lahikası, s. 255.
[32] Şualar,
[33] Kastamonu Lahikası, s. 262.
[34] Emirdağ Lahikası, s.167.
[35] Kastamonu Lahikası, s. 161.
[36] Kastamonu Lahikası, s.76.
[37] Lem’alar, s.53.
[38] Emirdağ Lahikası, s.224.
[39] Emirdağ Lahikası, s.316.
[40] Barla Lahikası, s.128.
[41] Emirdağ Lahikası, s.168.
[42] Barla Lahikası, s.30 (Hulusi abiye yazdığı mektubdan).
[43] Tarihçe-i Hayat, s.
[44] Barla Lahikası, s.65-66.
[45] Barla Lahikası, s.73.
[46] Barla Lahikası, s.96.
[47] Barla Lahikası, s.194 (Hulusi abinin cevabı).
[48] Barla Lahikası, s.280 (Husrev abinin cevabı).
[49] Barla Lahikası, s.414 (Sarıbıçak Mustafa’nın cevabı).
[50] Lem’alar, s.77.
A.Risale-i Nur’da Yer Alan Kavramlar
B.Ayetlerde Şûra
C.Vasıfları
D.Ehemmiyeti
E.Tavsiyeler
F.Örnekler
A. Risale-i Nur’da Yer Alan Kavramlar
- Müşavere,
- İstişare,
- Şûra-yı Şer'î,
- Şûra-yı Hakikiye,
- Meşveret-i Şer'iye,
- Meşveret-i Efkâr,
- Meşveret-i Meşrua,
“ وَ اَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ (Onların işleri aralarında şûra iledir. Şûra, 42/38) âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.”[1]
***
“اِنِّى جَاعِلٌ فِى اْلاَرْضِ خَلِيفَةً (Şüphesiz ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. Bakara, 2/30): Cenab-ı Hak müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilafetindeki hikmetin sırrını melaikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi söyledi.”[2]
***
“قَالَ - قَالُوا tabirleri, mukavele ve muhavere şeklinde müşavere üslûbunu insanlara öğretmek içindir. Yoksa Cenab-ı Hak müşavereden münezzehtir.”[3]
***
“لِلْمَلٰئِكَةِ : Cenab-ı Hakk'ın müşavere şeklinde melaike ile yaptığı muhavere, melaikenin beşer ile fazla bir irtibat ve alâka ve münasebetleri olduğuna işarettir.”[4]
***
“Bakınız, o âyetlerin başında ve âhirlerinde diyor ki:…Neden tefekkür ve tedebbür ve aklen muhakeme etmiyorlar, dalalete düşüyorlar. Ey insanlar ibret alınız! Geçmiş kurûnlardan ibret alıp gelecek manevî belalardan kurtulmağa çalışınız!" manasında gelen âyetlerin bu cümlelerine kıyasen çok âyetlerde beşerî aklına, fikriyle meşverete havale ediyor.”[5]
***
“Hem âyât-ı Kur'aniye, başlarında ve âhirlerinde beşerî aklına havale eder, "Aklına bak" der, "Fikrine, kalbine müracaat et, meşveret et, onunla görüş ki, bu hakikatı bilesin" diyor.”[6]
C. Vasıfları
“Hem de meşveret-i efkârın mehasinindendir ki:
a) Makasıd ve mesalik,
b) bürhan-ı katı' üzerine teessüs
c) ve her kemale mümidd olan hakk-ı sabit ile hakaiki rabteylemesidir. Bunun neticesi; bâtıl, hak suretini giymekle efkârı aldatmaz.”[7]
***
“Meşveret-i şer'iyeden aldığım ders budur:
Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazan büyür, sirayet eder, yüz olur. Bir tek hasene bazan bir kalmıyor. Belki bazan binler dereceye terakki ediyor. Bunun sırr-ı hikmeti şudur:
Hürriyet-i şer'iye ile meşveret-i meşrua, hakikî milliyetimizin hâkimiyetini gösterdi. Hakikî milliyetimizin esası, ruhu ise İslâmiyet'tir. Ve hilafet-i Osmaniye ve Türk Ordusunun o milliyete bayraktarlığı itibariyle, o İslâmiyet milliyetinin sadefi ve kal'ası hükmünde Arab ve Türk hakikî iki kardeş, o kal'a-i kudsiyenin nöbettarlarıdırlar.[8]”
***
“…mabeyninizde samimî tesanüd ve meşveret-i şer'iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı manevînin fikrini, o meşveretle bildirir.”[9]
D. Ehemmiyeti
“Şöyle ki: Acaib-i seb’a-i meşhure gibi bu inkılab-ı azim, hürriyeti tevlid ve meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verdiğinden, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir.”[10]
***
“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer'iyedir…”
***
“Evet nasılki nev'-i beşerdeki "telahuk-u efkâr" ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyatı ve fünununun esası olduğu gibi; en büyük kıt'a olan Asya'nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûra-yı hakikiyeyi yapmamasıdır.”
*Asya kıt'asının ve istikbalinin keşşafı ve miftahı, şûradır. Yani nasıl ferdler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt'alar dahi o şûrayı yapmaları lâzımdır ki, üçyüz belki dörtyüz milyon İslâmın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdadların kayıdlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer'iye ile şehamet ve şefkat-i imaniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer'iyedir ki, o hürriyet-i şer'iye, âdâb-ı şer'iye ile süslenip, garb medeniyet-i sefihanesindeki seyyiatı atmaktır...
Eğer denilse: Neden şûraya bu kadar ehemmiyet veriyorsun? Ve beşerin, hususan Asya'nın, hususan İslâmiyet'in hayatı ve terakkisi nasıl o şûra ile olabilir?
Elcevab: …haklı şûra ihlas ve tesanüdü netice verdiğinden, üç elif, yüzonbir olduğu gibi, ihlas ve tesanüd-ü hakikî ile üç adam yüz adam kadar millete fayda verebilir. Ve on adamın hakikî ihlas ve tesanüd ve meşveretin sırrı ile, bin adam kadar iş gördüklerini çok vukuat-ı tarihiye bize haber veriyor. Madem beşerin ihtiyacatı hadsiz ve düşmanları nihayetsiz ve kuvveti ve sermayesi pek cüz'î; hususan dinsizlikle canavarlaşmış, tahribatçı, muzır insanların çoğalmasıyla elbette ve elbette o hadsiz düşmanlara ve o nihayetsiz hacetlere karşı, imandan gelen nokta-i istinad ve o nokta-i istimdad ile beraber hayat-ı şahsiye-i insaniyesi dayandığı gibi hayat-ı içtimaiyesi de yine imanın hakaikından gelen şûra-yı şer'î ile yaşıyabilir. O düşmanları durdurur, o hacetlerin teminine yol açar.”[11]
E. Tavsiyeler
“Sakın, dikkat ediniz! İhtilaf-ı meşrebinizden ve zaîf damarlarınızdan ve derd-i maişet zaruretinizden ehl-i dalalet istifade edip, birbirinizi tenkid ettirmeye meydan vermeyiniz. Meşveret-i şer'iye ile re'ylerinizi teşettütten muhafaza ediniz. İhlas Risalesi'nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa az bir ihtilaf, bu vakitte Risale-i Nur'a büyük bir zarar verebilir."[12]
***
“…Medar-ı niza' bir mes'ele varsa, meşveret ediniz. Çok sıkı tutmayınız, herkes bir meşrebde olmaz. Müsamaha ile birbirine bakmak, şimdi elzemdir.”[13]
***
“…tevafuklu Hizb-ün Nuriye, Hizb-ül Kur'an gibi tab'etmesine çalışmak lâzımdır … teenni ile, meşveret ile, ihtiyat ile bu kudsî mes'eleye çalışmak lâzımdır.”[14]
***
“…yedi sene harb-i umumîye bakmayan ve yirmibeş sene gazeteleri okumayan, dinlemeyen bu kardeşinizin fikri, bu mes'elede sorulmaz. Asıl fikir sahibi, sizler ve Risale-i Nur'un has şakirdleri ve müdakkik naşirleri meşveretle, hususan Ispartadakiler ile, maslahat ne ise yaparsınız…”[15]
***
“…İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.”[16]
***
“Her ne ise.. siz meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. Fakat ihtiyatla, telaşsız, velveleye vermemek lâzım. Efkâr-ı âmmeye hocalık edecek yine efkâr-ı âmme-i ilmiyedir. Bu sırra binaen ve istinaden isterim ki: Müfessir-i azîm olan zamanın taht-ı riyasetinde, herbiri bir fende mütehassıs muhakkikîn-ı ülemadan müntehab bir meclis-i meb'usan-ı ilmiye teşkili ile meşveret ile bir tefsiri te'lif etmekle, sair tefasirdeki münkasım olan mehasin ve kemalâtı mühezzebe ve müzehhebe olarak cem' etmelidirler. Evet meşrutiyettir, herşeyde meşveret hükümfermadır. Efkâr-ı umumiye dahi didebandır. İcma-i ümmetin hücciyeti, buna hüccettir.”[17]
***
“Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geçtik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız mesafe-i terakkiden inşâallah mu'cize-i Peygamberî (A.S.M.) ile;
a) şimendifer-i kanun-u şer'iye-i esasiyeye amelen
b) ve burak-ı meşveret-i şer'iyeye fikren bineceğiz.[18]
F. Örnekler
“Bir mahrem risale vardı ki, o mahrem risalenin neşrini men'etmiştim. "Öldükten sonra neşrolunsun" demiştim. Sonra mahkemeler alıp okudular, tedkik ettiler; sonra beraet verdiler. Mahkeme-i Temyiz, o beraeti tasdik etti. Ben de bunu dâhilde asayişi temin için ve yüzde doksan beş masuma zarar gelmemesi için neşredenlere izin verdim. "Said, meşveretle neşredebilir." dedim.”[19]
***
“[Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın ikiyüz aksam-ı i'caziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur'an-ı Azîmüşşan'ı, Hâfız Osman hattıyla taayyün eden ve Âyet-i Müdayene mikyas tutulan sahifeleri ve Sure-i İhlas vâhid-i kıyasî tutulan satırları muhafaza etmekle beraber, o nakş-ı i'cazı göstermek tarzında bir Kur'an yazmağa dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur'andaki kardeşlerimin nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzac etmek ve beni ikaz etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum…[20]
***
“Şimdi namazda bir hâtıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyorlar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil ettin, erkânların meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de; uhrevî ve Kur'anî ve imanî ve ilmî işlerinde dahi Risale-i Nur'u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil eyle.”[21]
***
“Hâfız Ali'nin mektubunda, Medrese-i Nuriye'nin üstadı olan Hacı Hâfız ile gayet samimane ve uhuvvetkârane görüşmeleri ve meşveretleri bizleri çok mesrur eyledi.”[22]
***
“وَ شَاوِرْهُمْ فِى اْلاَمْرِ emriyle, kardeşlerimle bir meşverete muhtacım. Aziz, sıddık kardeşlerim, Şimdi bir emr-i vaki' karşısında bulunuyorum. Benim iaşem için her gün iki buçuk banknot, hem yeniden benim için bir hane -mobilyasıyla beraber ve istediğim tarzda- yaptırmak için emir gelmiş. Halbuki elli-altmış senelik bir düstur-u hayatım, bunu kabul etmemek iktiza eder. Gerçi Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye'de bir-iki sene maaşı kabul ettim, fakat o parayı kitablarımın tab'ına sarfederek ve ekserini meccanen millete verip, milletin malını yine millete iade ettim. Şimdi eğer mecbur olsam ve size ve Risale-i Nur'a zarar gelmemek için kabul etsem, yine ileride millete iade etmek üzere saklayacağım. Zaruret-i kat'iyye derecesinde kendime yalnız az bir parça sarfedeceğim.
İşittim ki; eğer reddetsem onlar, hususan lehimde iaşem için çalışanlar gücenecekler. Ve aleyhimde olanlar diyecekler: "Bu adam başka yerden iaşe ediliyor." O bedbahtlar, iktisadın hârikulâde bereketini bilmiyorlar ve iki günde beş kuruşluk ekmek bana kâfi geldiğini görmemişler ki, bütün bütün asılsız bir evhama kapılıyorlar. Eğer kabul etsem, yetmiş senelik hayatım gücenecek; ve bu zamandan haber verip tama' ve maaş yüzünden bid'alara giren ve ihlası kaybeden âlimleri tokatlayan İmam-ı Ali Radıyallahü Anh dahi benden küsecek ihtimali var; ve Risale-i Nur'un hakikî ve safi olan ihlası beni de ihlassızlıkla ittiham etmek ciheti var. Ben, hakikaten tahayyürde kaldım. Ben işittim ki; eğer kabul etmesem, beni daha ziyade sıkacaklar ve belki Risale-i Nur'un tam serbestiyetine ilişecekler. Hattâ şimdiki tazyikleri, beni o iaşe tekliflerine mecbur etmek için imiş. Madem hal böyledir. اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبِيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesiyle, zaruret derecesinde olsa, inşâallah zarar vermez. Fakat ben reddettim; re'yinize havale ediyorum.”[23]
***
“Nazif kardeşimizin mektubu, ehemmiyetlidir. Hakikaten Amerika'da, siyasete âlet değil; belki dini, din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. İnşâallah Asâ-yı Musa'yı alan, o dindarlardandır. Keçeli Salahaddin tam bir Abdurrahman'dır, kahramanlıkta babasından geri kalmak istemiyor. Bizi de arasıra âdetimize muhalif olarak dünyaya baktırıyor. Eğer o Amerika'lı ehemmiyetli âlim bütün Risale-i Nur'u istese ve neşrine söz verse, sizin meşveretinizle bir mükemmel takım ona vereceğiz.”[24]
***
“Şimdi beş defadır Diyanet Reisi Nur'dan bir takımı musırrane istedi. Üstad da şiddetli hastalığı içinde tashih edip -şimdilik bitmek üzeredir- Diyanet Reisi'nden onun manevî fiatı olarak üç madde istemiş: Birisi: Sizin hârika yazdığınız mu'cizeli Kur'anı fotoğrafla tab'etmek. Bu maddeyi kabul etmiş; yalnız "başındaki Türkçe tarifatı müstakil kalsa, ayrı tab'edilse münasibdir." demiş. İşte Üstadımız ona yazdığı mektubu bera-yı malûmat leffen size gönderiyoruz. Üstadımız diyor ki: "Hem bir takım Risale-i Nur'u, hem makine ile çıkan mecmuaları ona göndermek ve Hüsrev gibi bu işde en ziyade alâkadar bir kardeşimizin eliyle teslim etmek cihetini meşveretinize havale ediyor." Siz de tam bir meşveretle sizin bu mes'elede oraya gitmenizin vücudca sıhhatiniz müsaidse ve fikrinize de muvafık ise, muayyen bir vakitte acele oraya gidersiniz ve adresinizi bildirirsiniz. Biz de takımı ve mecmuaları size Ankara'ya elinize yetiştireceğiz. Hattâ siz isterseniz kendi hesabınıza, onları müftüler neşretmek niyetiyle Diyanet Reisi'ne verirsiniz. (Hizmetinde bulunan: Halil, Sadık, İbrahim)”[25]
***
“Biz, dini siyasete âlet değil, belki rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleğimiz olduğundan, düşmanlarımızca da tahakkuk etmiş ki: Üç senedir üç çuvaldan ziyade dosyalarımızı garazkârane tedkik ettikleri halde, bizi mahkûm edemiyorlar. Verdikleri keyfî ve vicdanî hükümlerine de bir bahane bulamıyorlar ki, Temyiz o hükmü bozdu. Evet biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbane dinsizliğe âlet edenlere karşı; bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat'iyye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üçyüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmağa sebeb olsun. Elhasıl: Bize işkence edenler, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız.
“Kardeşlerim; ben bunu böyle münasib gördüm, sizlerin meşveretine havale ediyorum.”[26]
***
“Kahraman Burhan’ın, Serbest Fırkası'nın reisine verdiği cevap güzeldir. Evet, Nurcular, siyasetlerle alâkaları olmaz. Yalnız iman hakikatleriyle bütün hayatları bağlıdır. Şimdiye kadar gizli komiteden, siyaseti dinsizliğe ve zındıkaya âlet edenler, istibdad-ı mutlakla Nurcuları ezdiler. İnşaallah, bir sebep çıkar o istibdadı kıracak, masum ve mazlum Nurcuları kurtaracak. Fakat çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır. Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tabi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinad olur. Fakat siyaset hesabına değil; belki Nurların intişarı ve maslâhatı hesabına bazı kardeşler; Nurlar namına değil; belki kendi şahısları namına girebilir. Hususan mübarek Isparta’nın şimdiye kadar Nurlar medresesi olması ve muarızların dahi ona çok ilişmemesi noktasında, dahilde tarafgirane vaziyet almamak muterizlerin nedametine ve hakikate dönmelerine bir vesile olabilir. Siz daha iyi bilirsiniz.”[27]
***
“Aziz, sıddık kardeşlerim,
...İnşaallah, yine Nurlar, Nurcuların lâyık elleriyle kalemleri gibi tab’ ve neşredilecek; yabanî ve lâyık olmayanlara muhtaç olmayacak. Fakat her şeyden evvel sıhhatli ve yanlışsız ve güzel bir tarzda makine ile, mümkün ise evvel eski harfle yazılsa, sonra yeni harfle daha münasibtir. Sizlerin isabetli tedbirinize havale ediyoruz.”[28]
***
“Evvelen: Bütün ruh u canımla hizmet-i Kur'aniye ve imaniyenizi tebrik ediyorum. Bu mektubda bir ince mes'eleyi meşveret suretiyle re'yinizi almak için gönderdik. Münasib midir? Değilse ıslah edersiniz.”[29]
***
“Siz dahi münasip görseniz yazılsın. İ’caz-ı Kur’an nüktelerine ait mühim parça bulsanız ilâve edebilirsiniz.”[30]
***
“Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimmedir
(Has kardeşlerim münasib görürlerse Tesettür Risalesininahirinde Üçüncü Meseleyi kaldırıp onun yerine bu yazılsın.)”[31]
***
“Eski Said'in matbu' "Lemaat" başındaki acib imzası az tağyir ile şimdiki halime ve yetmişinci sene-i ömrüme tam muvafık gelmesi cihetiyle yazdım. Münasib görseniz hem müdafaatın, hem Meyve'nin, hem küçük mektubların âhirinde imza yerinde yazarsınız.”[32]
***
“Aziz sıddık kardeşlerim, pek çok selâm ve dua ve istid’a ile size bu yarım mahrem fıkrayı gönderdik, münasibse Lahika’ya girsin.”[33]
***
“Onun için zabıta, evhamla değil; kemal-i takdirle, emniyet müdürünün bakması gibi bakmalıdır. Çünkü o Zülfikar hakkında demiş: “Çok güzel, sevdim, okuyacağım, hoşuma gitti.” Her ne ise... Siz, daha ne münasib görürseniz öyle yaparsınız.”[34]
***
“Aziz, vefadar ve sıddık kardeşim Sabri,
Benim yanımda zayi olmak ihtimali bulunan kendi müşevveş yazımla yazılan müsveddeleri size göndermek için bir vasıta bulamadığımdan... Bir keseye bazı âdi şeyler içinde emanet suretinde bir hediye ve başka bir adam tarafından gönderilmesini, siz nasıl münasib görürseniz öyle yapalım. Sen bilirsin, oralardaki kardeşlerime ne kadar alâkadarım. Eğer isimlerini yazabilse idim, kimleri yazacağımızı da bilirsin. Seni tevkil ediyorum. Yalnız müsveddeleri güzelce tebyiz et. Ve benim hattımı tam okuyabilen ve hatırımdan çıkmayan ve hayat ve sıhhatlerinden haberim olmayan fiamlı Hafız Tevfik, Husrev, Hafız Ali gibi kardeşlerim mahremce o müsveddeleri tebyiz etsinler. Bilemedikleri bir yeri beraberce baksınlar.”[35]
***
“Bugünlerde benim yanıma müteaddid ayrı ayrı zâtlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Halbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesad ve muvaffakıyetsizlik olduğundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakıyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişare istediklerini anladım.
Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: "Ne sen divane ol ve ne de onları divanelikte bırakıp divanece konuşma. Çünki yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına maruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir. Ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır." Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nisbeten yılanların ısırmasıdır.36]
BU TETİMMEYE İKİNCİ BİR İZAH
{Kardeşlerim her ikisini faydalı bulmasından, iki izahı beraber kaydetmişler; yoksa biri kâfi idi.}[37]
***
“Husrev'in lâyiha-i temyize ait mektubunu hiç ilişmeden kabul ettiğim için, sizdeki aynı suretini mahkeme-i temyize gönderebilirsiniz. Madem sizde bir sureti vardır, bu mektubu göndermeden Lâhika’ya da geçsin. Şimdi gelen mektubda Gençlik Rehber’inin fiyatını siz benden daha iyi bilirsiniz. Bir veya bir buçuk banknottan aşağı olmasın. Husrev’in kalemi Dördüncü Söze başlamasına bin barekâllah deriz. Allah muvaffak eylesin, âmin!”[38]
***
“Saniyen: Eğer münasip görseniz gönderdiğim bu elli lirayı benim hesabıma mahkemedeki mecmuaların bedeline benim için alınız, gönderiniz. Eğer münasib görmezseniz, bu defaki gönderdiğiniz mecmuaların bana mahsus olacak kısmının fiyatına alınız.”[39]
***
Kardeşim Hüsrev, Lütfü, Rüşdü!
Size üstad ve talebeler ve ders arkadaşları içinde faide verecek bir fikrimi beyan edeceğim, şöyle ki: Sizler -haddimin fevkinde- bir cihette talebemsiniz ve bir cihette ders arkadaşlarımsınız ve bir cihette muîn ve müşavirlerimsiniz. Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî değil. Onu hatasız zannetmek hatadır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla insaf odur ki: Bir seyyie, bir hata görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp i'raz etmemektir.
Hakaika dair mesailde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünuhat-ı ilhamiye nev'inden olduğundan hemen umumiyetle şübhesizdir, kat'îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telakkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünki hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.
Fakat münasebat-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünuhat-ı ilhamiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazan perişan zihnim karışır, noksan kalır, hata eder. Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar îras etmez. Zâten kalemim olmadığından ve kâtib her vakit bulunmadığından tabiratım pek mücmel ve nota hükmünde kalır, fehmi işkal eder.[40]
***
“Zülfikar’ın yerine Sözler’i tâ Yirmi Dördüncü Söze kadar, Zülfikar ve Asâ-yı Musa’da bulunmayan Sözleri bir mecmua olarak ve sıhhatine gayet dikkat etmek ve oradaki mübarek heyetin ittifakıyla ve hâkim-i adil ve Nurlara çok hizmet eden Hafız Mustafa ve hapiste iken bizi Denizli’deki şakirdlerle alâkadar eden Şevket ve Müftü Osman’ın tenbihleri şartıyla ve Medresetüz-Zehra’nın nezareti altında ve meşveretiyle bir mâni olmasa münasib olur. Nur’a ait büyük meseleler bir iki zatın tensibiyle olamıyor. Maşaallah kardeşimiz Kâzım şimdiden sekiz yüz sahifelik bir mecmuaya kağıtları hazırlıyorlar. Yakub Cemal, o Ahmed’lerin, şahsıma ait kısmı müstesna olarak mektupları güzeldir. Fakat rahatsızlığım ve ziyade meşguliyet müsaade etmiyor ki; tadil ve ıslâh edeyim, size de göndereyim.”[41]
***
“Evvelen: Yazdığım bazı şeylere dair fikrinizi soruyordum. Maksadım, "Gördüğüm hakikat acaba hakikat mıdır?" diye sormuyorum. Belki "Hakikata açılan yol, acaba umuma yol olabilir mi?" diye soruyorum. Çünki, umumun telakkisini sizin kadar bilmiyorum.”[42]
***
İşte kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u imanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler: "Madem ben garibim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim; acaba şu misafirhanedeki vazifem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözler'i tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem." fikri hatırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki: "Acaba yazılan Sözler kâfi midir, noksanı var mı? Yani: Vazifem bitmiş midir? Tâ ki rahat-ı kalble kendimi nurlu, zevkli hakikî bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlâna Celaleddin'in dediği gibi
دَانِى سَمَاعِ چِه بُوَدْ بِى خُودْ شُدَنْ زِهَسْتِى
اَنْدَرْ فَنَاىِ مُطْلَقْ ذَوْقِ بَقَا چَشِيدَنْ
deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?" diye sizi o sualler ile tasdi' etmiştim.[43]
***
“Otuz İkinci Sözün İkinci Mevkıfında Üçüncü Maksadı sekiz-on defa okudum. Okudukça benim fazlaca hoşuma gidiyor. Anlaşılıyor ki, ondaki hakikatlere ruhlar çok muhtaçtır. Fıtraten benim ruhuma çok yakın ve münasib olan ruhunuz dahi, belki ondan hoşlanır, haber veriyorum.”
Hem de senin ile Hakkı Efendi ve bütün Sözleri tamamen dinleyenlerden sual ediyorum ki, Sözlerde ibare kusurları müstesna olmakla beraber içindeki hakikatler cerh edilebilir mi? Veyahut lüzumsuz şeyler içinde var mı? Veyahut bazılarının izharı umuma zarar verir mi? Hem onları dinleyenler imanını tamamen kurtarabilir mi? Hem o hakaikle, Avrupa ehl-i dalâletine meydan okunabilir mi? Bunları soruyorum. Çünkü siz, o hakikatleri bilerek iki defa mütalaa ettiniz. O nurlu kalbinizin şehadeti bence cerh edilmez.”[44]
***
“İşaret-i Aleviye’yi tam tasdik ettiniz mi, Haşir Risalesi’ni çok kuvvetli buldunuz mu?”[45]
“Her risalede herkesin hissesi var, fakat herkes her şeyini bilmek lâzım değildir. “Mirkatü’s-Sünnet” ve vahdetü’l-vücuda dair iki risaleyi nasıl buldunuz? Elbette kıymet-şinas nazarın onları takdir etmiş.”[46]
***
“Risaletü’n-Nur’un müstemileri arasında, Sultan Abdülhamid’in devrinde Kerbelâ’da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi namında 88 yaşında bir hoca vardır. Her defaki mütalâadan büyük memnuniyet göstermekte, “Çok istifade ettim Allah razı olsun.” demekte ve çok dua etmektedir. Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Mebhasını gayr-i ihtiyarî muhtelif rütbede mühim zatlara okudum. Hepsi, “Çok doğru, çok güzel.” dediler.”[47]
***
“Muhterem efendim, sevgili Üstadım,
Yirmi Dokuzuncu Mektubun bir kısmını nasıl bulduğum ferman buyuruluyor. Bu hususta ne yazabilirim, ne gibi bir fikir dermeyan edebilirim? Risalelerin her birisinin nurları bir; fakat mevzuları ayrı, güzellikleri ayrı, lâtiflikleri ayrı, zevkleri ayrıdır. Bu Risalenin nuru diğer Risaleler gibi, her tarafı parlak, her köşesi güzeldir.”[48]
***
“Muhterem efendim!
Şu yazılan risaleleri nasıl buldunuz.” buyuruyorsunuz? Yâ hazret-i Üstad! Ne diyelim! Bizim manevî yara ve hastalıklarımızı teşhis buyurup, öldürmemek için her nevi mualeceleri ile memzuc, hem mugaddi, hem müessir tiryaklarını Cenab-ı Hakkın ihsanı ile gönderiyorsunuz. İhlâs hakkında evvelce ve bilhassa sonra ihsan edilen risaleleri okudukça, vücudumun ağrıdığını ve her zerresinin titrediğini, müteaddit diyarlardan tevellüd eden kurtlar oynamaya başlayınca, en ahmak ve eblehçe hareketlerimi gösterdiler. Şu Sözler bittecrübe yazılmasıyle, umum kardeşlerimiz ikaz ediliyor. Ve her ferde kudsiyeti ile, güya o ferde hitab eder gibi, bir ulviyetle mâ-i zemzem içiriyor.”[49]
***
“SEKİZİNCİSİ: Seyranî'dir. Bu zât, Hüsrev gibi Nur'a müştak ve dirayetli bir talebemdi. Esrar-ı Kur'aniyenin bir anahtarı ve ilm-i cifrin mühim bir miftahı olan tevafukata dair Isparta'daki talebelerin fikirlerini istimzaç ettim. Ondan başkaları, kemal-i şevk ile iştirak ettiler. O zât başka bir fikirde ve başka bir merakta bulunduğu için, iştirak etmemekle beraber, beni de kat'î bildiğim hakikattan vazgeçirmek istedi. Cidden bana dokunmuş bir mektub yazdı. Eyvah dedim, bu talebemi kaybettim! Çendan fikrini tenvir etmek istedim. Başka bir mana daha karıştı. Bir şefkat tokadını yedi. Bir seneye karib bir halvethanede (yani hapiste) bekledi.”[50]
[1] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Altıncı Kelime-, s.60-1.
[2] İşarat-ül İ'caz, s.275.
[3] İşarat-ül İ'caz, s.278.
[4] İşarat-ül İ'caz, s.276.
[5] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Birinci Kelime- s.44.
[6] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Birinci Kelime- s.43.
[7] Muhakemat, Sekizinci Mukaddime, s.34.
[8] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Beşinci Kelime- s.58.
[9] Kastamonu Lahikası, s.205.
[10] İctima-i Dersler, -Nutuk- s.16-17.
[11] İctima-i Dersler, -Hutbe-i Şamiye, Altıncı Kelime- s.61-63.
[12] Kastamonu Lahikası, s.137.
[13] Kastamonu Lahikası, s.138.
[14] Emirdağ Lahikası, s.61.
[15] Emirdağ Lahikası, s.78.
[16] Şualar, s.566.
[17] Muhakemat, Üçüncü Mukaddime, s.23.
[18] Divan-ı Harb-i Örfi, s.15
[19] Emirdağ Lahikası, s.476.
[20] Mektubat, s.546.
[21] Şualar, s.525.
[22] Kastamonu Lahikası, s.154.
[23] Emirdağ Lahikası, s.13.
[24] Emirdağ Lahikası, s.108.
[25] Emirdağ Lahikası, s.505.
[26] Emirdağ Lahikası, s.311.
[27] Emirdağ Lahikası, s.109.
[28] Emirdağ Lahikası, s.118.
[29] Emirdağ Lahikası, s.383.
[30] Kastamonu Lahikası, s. 154-155.
[31] Kastamonu Lahikası, s. 255.
[32] Şualar,
[33] Kastamonu Lahikası, s. 262.
[34] Emirdağ Lahikası, s.167.
[35] Kastamonu Lahikası, s. 161.
[36] Kastamonu Lahikası, s.76.
[37] Lem’alar, s.53.
[38] Emirdağ Lahikası, s.224.
[39] Emirdağ Lahikası, s.316.
[40] Barla Lahikası, s.128.
[41] Emirdağ Lahikası, s.168.
[42] Barla Lahikası, s.30 (Hulusi abiye yazdığı mektubdan).
[43] Tarihçe-i Hayat, s.
[44] Barla Lahikası, s.65-66.
[45] Barla Lahikası, s.73.
[46] Barla Lahikası, s.96.
[47] Barla Lahikası, s.194 (Hulusi abinin cevabı).
[48] Barla Lahikası, s.280 (Husrev abinin cevabı).
[49] Barla Lahikası, s.414 (Sarıbıçak Mustafa’nın cevabı).
[50] Lem’alar, s.77.
💬 Yorumlar
Henüz hiç yorum eklenmedi. İlk yorumu siz yapın!
Bu içerik faydalı oldu mu?
Yorum Yap